25 Mayıs 2015 Pazartesi

Prof.Dr. Serdar Öztürk ‘’Kalıcı etki yaratan sinema, ‘ Düşünce Sinemasıdır’’.


Popüler Film ve Sanat Filmi kavramlarını Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo-Televizyon ve Sinema Bölümü öğretim üyesi Prof.Dr.Serdar Öztürk’e sorduk.

SİNEMA-JENERİK: Sanat filmi nedir? Popüler film nedir?

SERDAR ÖZTÜRK:Bence sinema filmlerini üç kategoriye ayırmak mümkündür: kitsch (kiç) film, düşünce filmi ve hibrit film.  Kitch film kitle endüstrisinin ürettiği ve toplumun sıradan ve genel duygularına seslenen filmdir. Bilindik kalıpları dener, aynısını tekrar eder. Yaratıcı ve düşünümsel öğelere hemen hiç yer verilmez. Kamera hareketleri, öykü, sinematografik öğeler belirli sırayı izler. Beklentileri afallatan ve bizi sıkan unsurlara pek yer verilmez. Bu tür filmlerle katarsise ulaşırız. Katarsis (catharsis) Aristo tarafından ilk defa kullanılan bir sözcüktür. Gerçek yaşamın gerçek koşullarında çözemediğimiz sorunları filmlerle çözdüğümüzde hazlar altında eririz. Bu, geçici hazdır. Genellikle mutlu sonla biter. Filmin içerisinde hareket çok hızlıdır, örneğin aksiyon filmleri. Ya da iki kişi tanışır, aşık olur, sonra aralarında gerilim başlar ve sonunda nihayet genellikle bir araya gelirler. Sinema filmi içerisinde aşkı, bilindik çerçevenin dışında anlatan yeniliklere, deneyimlere girişilmez. Hollywood filmlerinde kitsch anlayış yaygındır. Bu anlayış dünya sinemasını da etkilemiştir.

Niçin popüler film demiyorum? Çünkü popüler kavramı içerisinde az çok yenilikler az çok direniş unsuru vardır. Tamamen ticaretin konusu haline gelmemiştir. Popüler kavramını şu örnekle açıklayabilirim. Örneğin karnınız aç ve yoğurt yapmak istiyorsunuz. Kırda yaşıyorsanız ineğinizi sağabilir, yoğurdu yapabilir ve onu tüketebilirsiniz. Gördüğünüz gibi üretim ve tüketim aynı sahada varolur, insanlar hem üretimin hem de tüketimin hazzını yaşar. Bu, halk kültürüdür.

Kente göç ettiniz. Bu defa mahallenizde “sütçü, sütçü” sesini duyuyorsunuz. Elinize tencere alabilir, dışardan sütü satın alabilir ve yoğurdu kendiniz yapabilirsiniz. Böylece kısmi olarak üretimin hazzını yaşıyorsunuz. İneğinizi yetiştirmiyor, sütünü sağmıyorsunuz. Sadece sütü satın alıp yoğurdu yapıp tüketiyorsunuz. Bu popüler kültürdür, ara kültürdür. Tamamen endüstrileşmemiş kültürdür. Felsefe aşamasındaki daha estetik kültürle halk kültürü arasında bir yerdedir. Bu çerçevede örneğin, hibrit filme de popüler film diyebiliriz, gelgelelim günümüzde popülerin anlamı giderek olumsuzlaştığı için popüler kavramını kullanmıyorum.

Düşünce filmi ya da düşünce sineması, daha karmaşık, insanı ilk etapta sıkan, zorlayan, imajlara sürekli sorular sorduğumuz bir türdür. İmajlar daha yavaş gider çünkü düşünmemiz için zamana ihtiyacımız vardır. Bu sinemada en basit havadan sudan konu dahi öyle bir sinematografi ile sunulur ki felsefi tartışmaya konu olabilir.  Sanat sineması demememin nedeni, sanata yönelik bakışımla ilgilidir. Sanat bir yaratı olduğuna, insanın kendisini ifade etmesi için giriştiği estetik bir deneyim olduğuna göre, örneğin hibrit sinemaya ya da kitsch sinemaya sanatın dışında bir sinema dememize imkan var mı? Kurgusundan, kompozisyona, renk ve ışık seçimine kadar her şey bir şekilde her sinema filminde içkindir. Sanat kavramının anlamını daraltmamak için düşünce sineması demeyi tercih ediyorum. Düşünce sineması, daha üst bir estetik deneyimdir ve tüketilmesi için izleyiciden efor sarf etmesini ister. Bu bağlamda izleyici, filmdeki filmik imajları kavramak için insan, yaşam ve kendisine dair kültürel ve entelektüel bir uğraşı içinde olmalıdır. Kitap okumak, felsefe ve sosyolojiyle ilgilenmek, film çözümlemeleri üzerine söyleşilere katılmak, filmden sonra tartışmalar yapmak v.s. gibi. Kısaca, izleyici gücünü artırmalı, filmdeki imajlara sorular sorabilecek güce erişmelidir. Zaten düşünce sinemasına zamanla alışan birisi diğer sinema filmlerini özellikle kitsch nitelikli sinema filmlerini bir tür çerez ve değişiklik olarak görür. Bu, o tür filmleri tamamen izlememek anlamına gelmez. Tam tersine o filmler içerisinde ideolojik çözümlemelere uygun son derece elverişli bir alan vardır.

Hibrit filmler, bu iki film türü arasında yer alır. Hem düşünce sinemasından hem de kitsch filmlerden öğeler vardır. Örneğin Yılmaz Güney’in Umut filmi hibrit film kategorisine uyar. Herkes izleyebilir, ancak izleyeni uçurumun kenarına bırakır. Filmin sonunda dahi katarsis gerçekleşmez. Filmi izlerken ve filmin sonunda ucu açık yanıtlanmamış sorular bulunur. Filmden sonra imajlar peşimizi bırakmaz.

Geceleri dahi rüyalarımıza giren, bizi rahatsız eden, kalıcı etki yaratan sinema düşünce  sinemasıdır. Bu nedenle amaç, düşünce sinemasını tüketebilecek güce erişmeye çabalamak olmalı bence.

SİNEMA-JENERİK: Bir filmin çok gişe yapması bir ölçü olarak kabul edilebilir mi?

SERDAR ÖZTÜRK: Çok gişe yapan filmler kitsch filmlerdir. Recep İvedik, Fetih, Açlık Oyunları tarzı filmler. Eğer çok gişe yapmak kalite için ölçüt olsaydı, günümüzde ne Nuri Bilge Ceylan’dan, ne Zeki Demirkubuz’dan ne Jim Jarmush’dan söz edebilirdik. Kalite, tam tersine normal kalıpların ötesinde bizi kendimizle, dünyayla, insan ilişkileriyle söyleyişe sokacak yaratım faaliyetinde ortaya çıkar. Ben, her tür film izlerim ancak kalite ölçütüm, filmin içerisindeki entelektüel imajlardır. Siz, düz bir tarzla da açık küfürle ve en kaba unsurlarla da komedi yaparsınız, ya da Jim Jarmush’un Dünya’da Bir Gece Filmi’nde olduğu gibi taksi içerisindeki insanları öyle bir açıdan sunarsınız ki hiçbir şey söylemeseler dahi sizi derin bir ironi içerisinde güldürür. Veya Bir Zamanlar Anadolu’da muhtar sahnesinde olduğu gibi, muhtarın köy evindeki gayet gerçekçi konuşması sizi kahkahalara boğar ve düşündürür.

SİNEMA-JENERİK: Bir filmi izlemeye karar verdiğinizde nelere dikkat ediyorsunuz?

SERDAR ÖZTÜRK: Filmi izleme kararımda yönetmen önemli ölçütler arasında. Bildiğim yönetmenler var, onlar beni düşündürmüştür ve beni afallatmıştır. Bunları mutlaka izlerim. İkincisi festival filmleri. Festival dolayısıyla getirtilen filmler genellikle gerçekten iyi örnekler oluyor. Onları izler, yeni yönetmenlerle karşılarım. Üçüncüsü yeni iletişim teknolojilerinin getirdiği imkanlardan yararlanıyorum. Örneğin bazı dijital tv platformlarında sadece festival filmlerinin gösterildiği kaliteli filmler var. Onları takip ediyorum. Bu bağlamda internet önemli. Sinemalara gelen filmlerin konuları ve  o film bağlamında yapılan tartışmalara göz gezdiriyorum. IMBD puanı önemli değil, tam tersine genellikle düşük olanlarına gitmeyi tercih ederim. Yine de az çok fikir sahibi olurum. En önemli ölçütlerimden bir diğerine estetik deneyimine güvendiğim dostların tavsiyeleri oluyor. Biraz önce belirttiğim gibi, kitsch dahil her tür film izlerim. Bu konuda katı standartlarım yok.

SİNEMA-JENERİK: Son 10 yılın en iyi yerli ve yabancı filmleri size göre hangileridir?

SERDAR ÖZTÜRK: Bu çok zor bir soru. Hangi çerçeveden bakıldığına bağlı. Şayet kalite düzeyinden soruluyorsa, bence Türk sinemasında Kış Uykusu, Bir Zamanlar Anadolu’da baş yapıt düzeyinde kaliteli filmler. Keza, Zeki Demirkubuz’un Masumiyet ile Yeraltı’ndan Notlar son derece başarılı yapımlar. Dünya sinemasında Paul Thomas Anderson’un Kan Çıkacak (hibrit film), Spike Jones’un “Her” (Aşk), Asgar Ferhadi’nin Ayrılık, Abbas Kiarostami’nin Kiraz’ın Tadı önemli yapımlar arasında. Jim Jarmush’un Coffee and Cigarettes insanlar arasındaki ilişkileri gerçekçi ve ironik tarzda göstermesi açısından son derece ilginç bir film. Daha pek çok örnek var, ancak son günlerde festival bağlamında izlediğim iki film bu konuda anılmaya değer: Tanrılarla Konuşmalar ve Toprağın Tuzu. İlkinde insanın trajik yaşamına yanıt vermek için aradığı en temel sorular, çok farklı yönetmenler tarafından ilginç ve farklı bir sinematografik anlatımda verilmekte. Aynı zamanda insanı gerçekten düşündürmekte. İkincisinde ise, ünlü bir fotoğrafçının gözünden yaşayan insanın gerçek hikayesine kenetlenmekte ve insanlığın birbirine inandıkları hikayeler neticesinde verdikleri zararlar epik bir dille anlatılmakta. Özellikle filmin sonunda bizi birbirimize bağlayan asıl bağın ne olduğu sorusu son derece çarpıcı bir dille sunulmakta. Beğendiğim diğer yönetmenleri soruyorsanız şayet (son on yılın ötesinde) Wes Anderson, Alfred Hitchcock, Michael Haneke, Federico Fellini, Vittoria de Sica, Jean Luc Godard, Erich Rohmer, David Lynch aklıma ilk etapta gelenler.

SİNEMA-JENERİK: Bize zaman ayırdığınız için çok teşekkür ederiz.

SERDAR ÖZTÜRK: Ben teşekkür ederim.

 

 

 

 

Not: Sinema-Jenerik bloğu, bir GÖRSAK Görsel Sanatlar Akademisi yayınıdır.

 

16 Mayıs 2015 Cumartesi

Cengis T.Asiltürk ‘’Ben film çekerken de roman yazarken de kayıp bir zamanın peşindeyim..’’

ALBATROSUN YOLCULUĞU adlı sinema filmi ve yeni çıkan MULETA adlı son romanıyla ilgili Cengis T. Asiltürk ile konuştuk.


SİNEMA-JENERİK: Romancı ve yönetmen olarak söz edelim sizden.
CENGİS T. ASİLTÜRK: Ben dört yaşında okuma-yazma öğrendim. Günün birinde roman yazacağımı ve film çekeceğimi sanırım o günlerde de biliyordum. Bunda, kuşkusuz içine doğduğum ailenin büyük rolü var. İlk kitabım lise ikinci sınıf öğrencisiyken basılmıştı. Öğretmenlerin verdiği cesaretle; on beş yaşında birisi için epey iyi sayılabilir, sokakta şair gibi yürüyebilmek için (daha sonraki yıllarda) başarılı bulmadığım şiirlerden oluşan bir kitabım yayınlanmıştı. Ova Yayınları hayır dememişti. Lisede! Yazdıklarını şiir zannetmek kolaydır o yaşlarda... Kendini şair diye tanıtmak da... Öyle bir yanılsama, öyle bir hata içindeydim. İkinci şiir kitabım İsyan Çiçeği basıldığında üniversite öğrencisiydim. On yedi yaşında ilk kısa filmimi çekerken, “Tamam, başlıyor” diye düşündüğümü anımsıyorum. İnkılap Yayınları Roman Ödülü’nü alarak basılan Sırlanmış Zamanın Gölgesinde adlı romanım epey ilgi çekti.
SİNEMA-JENERİK: Yazarlık ve yönetmenlik serüveniniz nasıl başladı?
CENGİS T. ASİLTÜRK: Deliler gibi film izleyen biriydim. Arı Sineması’ndan çıkıp Sun Sineması’na koşarak kim bilir kaç filme yetişmiştim, ama sinema hakkında bir fikrim yoktu. Belki de vardı! Yaş on altı. Borsa Lisesindeyim... Okula giderken, bulvarda bir film afişi gördüm. Şehrimizi ödüllendirmek isteyenler, Breathless (Nefes Nefese) filmini getirmiş. 400 darbeyi gerçekleştirdim, yani okulu kırdım. Filmi tercih etmiştim. Filmi bir haftada on yedi defa üst üste izledim. Bazı günler üç seans iki suare! Büyüleyici rüyalarda yaşıyordum. Hayatım, bir sinema salonuna hapsedilmiş o filmdeki yaşantılara aitti adeta. Dışarıdaki hayat tüm derinliğini yitirmişti. O halde sinema hakkında bir fikrim vardı. Sonra şirkete mal getiren bir geminin İçel Limanı’na yanaştığını öğrendiğim an beynimi bir kurt oymaya başladı. Sevkiyatı organize etmek üzere yola çıktığımızda, Adana-Mersin yolunda aklımda tek şey vardı: O gemiye atlayıp, okyanusun öbür tarafına, Amerika’ya gidip film çekmek! Hollywood filmlerine bayılıyordum. Tamam! Öyle de; kamera nedir, oyuncu kimdir, set neresidir, senaryo nasıl bir şeydir, kurgu işin neresinde? Amerika'ya giden gemiler kıtanın neresine gidiyor? Hollywood ne tarafa düşer? Hiçbir fikrim yok! Peki, nasıl olacak o iş? Durgunlaştım. Arabayı kullanan dayım, ara sıra göz ucuyla bakıyor! Mallar TIR’a yüklenirken, gemiye girip saklandım! Nefes bile almıyorum çuvalların arasında. Beni bulup kıyıya bıraktılar! Gemi çekip gitti. Geminin arkasından bakarken, deliler gibi ağlamaya başladım. O puslu manzarayı anımsadıkça halen içim ağlar.

SİNEMA-JENERİK: Roman yazarı ve sinema yönetmeni olarak, bu iki sanat arasındaki bağlantı ve ayrılıklar hakkındaki görüşlerinizi alabilir miyiz?
CENGİS T. ASİLTÜRK: Her ikisi de birer anlatı sanatı... Bağlantılar demeyelim de, sımsıkı bağlantılar diyelim... Sinemanın genç bir sanat olduğu, dilinin henüz oluşmakta olduğu, sinemanın kendi yolunu çizmekte olduğu gibi saçmalık dolu sözler duyar, okursunuz. Sinema sanatının dili; sinemayı bir yana bırakalım, daha fotoğraf bile ortalıkta yokken zaten vardı, hazırdı. Sinema kendisi olarak yola çıktığı anda, ulaşacağı yer belliydi. Hikâye anlatacaksınız... Masalların, hikâyelerin, destanların, epopelerin, efsanelerin, rüyaların, tiyatro oyunlarının, düşlerin, romanların yaptığını, hareketli görüntülerle anlatacaksınız. Deneysel çalışmalar bir yana, sinemanın işi, insanlığın ilk günlerinde ortaya çıkmış olan hikâye anlatıcılığı sanatını aslına en yakın hale getirmektir. Tanrı’nın yaptığını öykünmek... Sinemayı başka bir şey zanetme eğilimi hep var; onu resim sanatıyla, tiyatroyla, fotoğrafla karşılaştırmak komik duruma düşmektir. Zaten bu türler zaman içinde elenip gidecekler. Zira sinema tüm sanatları yağmalamıştır, ama kendinden başka bir şey değildir. Çok kestirmeden gidip, “Sinema özünde görüntüyle bir hikâye anlatma/yaşatma sanatıdır” demek isterim. Basit görünse de, basitçi bir tümce/tanım değil bu; sadece yalın söylenmiştir, o çok zor olan... “Yönetmenimiz sinemaya resim sanatından geliyor, fotoğrafçılıktan geliyor, kendisi eskiden tiyatrocuydu...” gibi saçma sözler duyarsınız. Hatta, edebiyat uyarlamaları bağlamında, “Sinema edebiyatçı dükkanı değildir” gibi efelenmeler de duyarsınız. Pekala.. Sinema, resim galerisi mi? Sinema, fotoğraf sergisi mi? Saçma bunlar. Sinema kendisidir. Gerçek olandan yola çıkarak kendi gerçekliğini yaratma sanatıdır bir yerde... Ne dersek diyelim, sinema hikâye anlatma sanatıdır, ama kendi diliyle, tiyatronun ya da fotoğrafın diliyle değil.. Bunu elbette görüntü öncelikli bir dille yapacaksınız; yoksa film yaptığınızı zannederken, “görüntülü radyo oyunu” ya da “tiyatro oyunu” yaparsınız! İnsanları, sinema yaptığınıza ikna edebilirsiniz, bu da başka bir tartışmanın konusu... Roman ve sinema bir arada düşünüldüğünde şunu söyleyebilirim: Sinema dili, keşke romanın yazıldığı doğal dil kadar esnek olabilseydi. Keşke...  
SİNEMA-JENERİK: Okuyucu kitleniz en çok kimlerden oluşuyor? Bundan memnun musunuz?
CENGİS T. ASİLTÜRK: Romanlarımın okuyucularını tanımlamam kolay değil. Zira her yaştan, her kesimden okuyucum olduğunu biliyorum. Bana yazıyorlar, tanışıyoruz, telefonda konuşuyoruz, söyleşilerde tartşıyoruz. Kadınlar daha fazla benimsedi benim anlatı dilimi, ele aldığım hikâyeleri, konuları. Bunu net olarak görebiliyorum. Yaşlı insanlar var aralarında. Genç insanlar var... Ben roman yazarken de, film yaratırken de hep yitik bir zamanın peşinde oldum. Eksik yaşanmışlıkların, çocukluk anılarının, gençlik düşlerinin... Hayatla, kendisiyle, duygularıyla, başka insanlarla, dünyayla, yaşantı biçimleriyle dertleri olan insanlar benim romanlarımın takipçileri...
SİNEMA-JENERİK: Roman yazarken mi, senaryo yazarken mi daha mutlusunuz?
CENGİS T. ASİLTÜRK: Yazarken, bir yapıtı kurarken, sınıfta ders anlatırken, sette öğrencilerime kamerayı niçin oraya değil de buraya koyduğumuzu söylerken de, oğlumun okul kıyafetini ütülerken de mutluyum ben... Ben mutlu bir insanım, ne yaparsam yapayım mutluluk içinde yapıyorum; çünkü hayatın kendisinin, nefes alıp-vermenin mucizevi bir şey olduğunun bilincindeyim.  Roman yazmak, film çekmek, insan yetiştirmek bir kalkışmadır özünde... Dünyaya meydan okumadır.
SİNEMA-JENERİK: Sırlanmış Zamanın Gölgesinde adlı romanınızdan Muleta adlı romanınıza uzanan çizgide roman yazarlığınızda bir değişim var mı?
CENGİS T. ASİLTÜRK: Ben dürbünün ters tarafıyla bakmayı seviyorum hayata. Bir kuyunun başında durup dibindeki suya bakarken; bir anda, kuyunun içinden gökyüzünün, yıldızların, bulutların, kuyunun üzerine uzanmış bir ağaç dalının, gökyüzündeki güvercinlerin  nasıl görünüyor olabileceği merakına kolayca kapılırım. Denerim de, kuyunun içine inip oradan yukarıya bakmayı... Sırlanmış Zamanın Gölgesinde adlı romanı yazmaya başladığımda on altı yaşındaydım. Yirmi yıl kadar çalıştım üzerinde... Muleta’yı tamamlarken ödüllü bir romancıydım. Daha gelişmişti sanırım anlatıcılığım. İnsan ne iş yaparsa yapsın; artık gelişmediğini, duraladığını hissediyorsa o işi bırakmalı. İlle de roman yazmak, ille de film çekmek zorunda değiliz. Kimsenin bizden böyle bir talebi yok. Muleta romanım kurgu açısından belki de tüm edebiyat tarihinde türünün tek örneğidir... Adınız Pierre, John, Monica, Valery olsa, böyle sözler ettiğinizde daha inandırıcı olursunuz, bunun farkındayım...
SİNEMA-JENERİK: Roman yazarlığınızdaki bu değişim, okuyucunun isteklerine göre mi oldu?
CENGİS T. ASİLTÜRK: Hayır elbette. Ben roman yazarken ya da film çekerken okuyucuyu ya da izleyiciyi asla referans almam. Romanımı isteyen okur, istemeyen okumaz. Filmimi isteyen izler, istemeyen izlemez... Ama bunu söylerken, ben zaten abuk subuk, sıkıcı, kabızlık dolu işler yapmadığımın farkındayım. Öyle yapılmış işlerden zaten ben de sıkılıyorum. Yüzyıllık Yalnızlık, Saatleri Ayarlama Enstitüsü, Benim Adım Kırmızı, Dönüşüm, Tutunamayanlar, Bir Gün Tek Başına, Goriot Baba, Aşk Otobüsü, Gazap Üzümleri, İnce Memet sıkıcı romanlar mı? Hayır! Niçin sıkıcı olsunlar? Bir Zamanlar Amerika, Üçüncü Sayfa, Karşılaşma, Salkım Hanım’ın Taneleri, Eşkiya, Kabadayı, Before The Rain, Gölgeler, Kitap Hırsızı, Muhteşem Güzellik, Hero, Büyük İskender, Ağır Roman, Mustafa Hakkında Her Şey, Düşler, Ağustos’ta Rapsodi, Serseri Aşıklar, Ulis’in Bakışı, Ağlayan Çayır, Vizontele, Duvara Karşı sıkıcı filmler mi? Hayır! Niçin sıkıcı olsunlar?

SİNEMA-JENERİK: Her roman film olarak bir senaryoya dönüşebilir mi?
CENGİS T. ASİLTÜRK: Evet... Romanı roman, senaryoyu ondan yola çıkılarak yazılmış bir metin, nihayetinde filmin bir aracı olacak metin/senaryo olarak düşündüğümüz zaman, her roman filme uyarlanabilir. Öyle ya da böyle... Kimi romancılar, romanlarını yazarken film yapımcılarına “göz kırparak” yazıyorlar, bu ayrı bir durum. Zaten bir yaratıcı için etik bir davranış değil bu! 

SİNEMA-JENERİK: Son yayınlanan romanınız Muleta film olacak mı?
CENGİS T. ASİLTÜRK: Sırlanmış Zamanın Gölgesinde adlı romanım için Abdullah Oğuz ve bir başka yönetmen daha girişimde bulunmuştu. Tasarı olarak kaldı bu girişimler. Muleta adlı romanım için de teklifler var, ama ikisi de dönem işi. Çok pahalı olur. Bütçe açısından ağır işler.
SİNEMA-JENERİK: Başlangıçta neler oldu?
CENGİS T. ASİLTÜRK: Sanırım benim hiç kısa filmim yok! O başka bir format. Benim “kısa” filmlerim, uzun filmlerin kısaltılmış halidir. Dünyanın birçok festivalinde gösterildi onlar. Özgürlük Tutkusu, Esrime, Komik Ölüler Ülkesi, Ateşe Pervane Olan Kelebekler, Düş Akıntıları... Bu filmler, VHS kasetlerde iyi korunamadıkları için bugün adeta izlenemez halde. NOT: Bu süreçte Yücel Ünlü, Tanıl Arayancan, Hüseyin Bulut, Soner Seviş, Özge Seviş, Birol Alparslan, Zaim Güvenç, Fatma Küçükkurt, Sacide Vural, Figen Genç, Semra Hıra, yeter Karaçimen, unutursam bağışlasınlar daha birçok kişi destekledi beni... Herhangi bir paye önemli değil benim için. Film çekiyorum. Bu,  roman yazmak gibi. Hikâye anlatmak istiyorum, anlatıyorum. Doğru kurulmuş bir film, bir filmden ibaret değildir. O hayatın tüm kurallarıyla örüldüğü için, hayatın tüm görüngülerini kendi içinde gösterir. Bunu bazen gizleyerek (izleyicinin imgesel yolla kendi zihninde kurmasına yol açarak) yapar. Yönetmenin “doğru” bir film kurabilmesi için, tüm egolarından arınmış olarak (burası karışık biraz; belki de tam tersine tüm egolarıyla işe kalkışarak) ortaya çıkması, yani hikâyeyi, duyguyu, atmosferi, oyuncuları, dolayısıyla filmini layığınca yönetmesi gerekir. Böyle bir yönetmenlik, sistemi çalıştırabilme becerisini, kolektif bilinci, kolektif çalışabilme esnekliğini gerektirir; uzun vadeli düşünmeyi zorunlu kılar. Bu tarzda çalışmak, son kertede kolektif çalışma becerisinden ayrışır, yönetmeni yalnızlaştırır. Paylaşılamaz ve sorgulanamaz olan işte bu yalnızlıktır. Bir yönetmenin ödün vermemesi gereken de, işte bu prensip olmalıdır. Çünkü yönetmenliğin sorgulanacağı tek mecra, onun filmde gözlenebilecek yaratıcılığıdır. Ben film çerken de roman yazarken de kayıp bir zamanın peşindeyim... Saatlerin kadranında gösterilemez olan, yaşanmamış ya da unutulmaya yüz tutmuş bir zaman bu... İçine doğduğum aileyle ilgili... Kendimle ilgili... Yenilgilerimle ilgili... Yanlışlarımla ilgili... Sevgiyle ilgili... Sinema bir yaşantılar evreni kurmaktır. Yeniden kurmaktır onu... İnsanlık, masumiyetini bir yüz yıldır kaybetti. Belki de öyle bir masumiyet hiç olmadı. Bilmiyorum. Bir düşünmek lazım... Filmin ya da romanın (anlatının) kurmaca evrenine ait gerçeklik, niteliği neredeyse her zaman müphem olan o sözüm ona gerçeğin kendisinden daha masumdur... Ben yitirilmiş bir zamanın içindeki o masumluğu filmlerim ve romanların aracılığıyla yeniden kurmaya çabalıyorum.
SİNEMA-JENERİK: Albatrosun Yolculuğu bir edebiyat uyarlaması değil mi?
CENGİS T. ASİLTÜRK: Bir değil belki... Sinema ile birçok sanat arasında ilişki kuruldu, bu konuda değerli çalışmalar ortaya çıktı. Tamam, neredeyse her sanat ile sinema arasında eğreti de olsa bu ilişki kurulabilir. Sinemanın şiir ve romanla bağları öteki sanatlarla kıyaslanamayacak kadar güçlü. Sinema, biçimsel düzlemde şiirle neredeyse aynı yolu izler; öyküsel düzlemde ise romanla ilişkisi sıkıdır. Hatta ondan bağımsız olamazmış gibi görünür. Edebiyat uyarlaması zordur, ancak estetik ya da atmosfer açısından avantajları da azımsanamaz bunun. Bu nedenle roman-film benim için önemli. Salt senaryo kuru kalıyor, ne yaparsanız yapınız. Roman yazılan kalem ile film çekilen kameranın yakınlığı da biliniyor.
SİNEMA-JENERİK: Endüstri SİNEMASI hakkında neler söyleyebilirsiniz?
CENGİS T. ASİLTÜRK: Kimi filmlerin ekonomik bir değer olarak ortaya çıkması, dolayısıyla izleyiciye ulaşması gerekir. Buna herkes saygı duymalı. Çorap, tuğla ya da benzeri bir eşya üretip satmakla film üretip satmak arasında fark görmüyorum. Endüstri filmlerinde her kültür düzeyinden insanın anlayacağı ve içinde yaşatabileceği bir hikâye çizgisi oluşturulmaya çabalanır. Senaryo yazılırken, öyküsel düzlemde izlenmesi ve anlaşılması kolay bir örgü oluşturmaya özellikle dikkat edilir. Kimi filmlerin “sanat filmi” adı altında bilinçsizce küçümsendiği ya da bilinçsizce yüceltildiği bir gerçek. Bu filmlerde, herkesin keyifle izleyeceği bir öykü üstte akıp giderken, alt-metinde estetik bir değer, farklı bir anlatım gerçekleştirilmesi amaç edinilebilir. Her kesimden izleyicinin kayıtsız kalamayacağı film evreni kurmak bana hep mümkün görünmüştür. Dmytryk’in sözünü anımsıyorum: “Otuz yıllık sinemacıyım; bir hikâye iyi anlatıldığında anlamayan izleyiciye hiç tanık olmadım.” Bilindiği gibi, film-yapı her şeyden önce zihinsel süreçtir. Onun kendine özgü kuruluşu vardır. Dil iyi kurulduğunda, iyi bir senaryonun iyi bir film olmaması için hiçbir engel yoktur.

SİNEMA-JENERİK: Heyecan dolu, arzuları olan biri diyebilir miyiz bu eserlerin arkasındaki kişi için?
CENGİS T. ASİLTÜRK: Evet! Galiba öyle... Gerçek dünya sıkıcı geliyor bana. Bu nedenle roman yazıyorum, film çekiyorum. Monitörün başında ya da elimde kalemle daha mutluyum. Romanımın bir sekansını yazmışım, kahvemi yudumluyorum ya da dekupaj çalışıyorum, filmin bir sahnesini kuruyorum. Tanrı beni bunlarla ödüllendiriyor, daha ne isteyebilir insan?
SİNEMA-JENERİK: Daha gösterime girmeden övmekte de saldırılmakta da sınır tanınmayan bir film oldu galiba Albatrosun Yolculuğu? Filmin oyuncularından bahsedebilir miyiz?
CENGİS T. ASİLTÜRK: Herkesin görüşüne saygı duyuyorum. Yalnız bilgisi, estetik beğeni düzeyi, düş dünyası, algısı ölçüsünde izleyiciden de katılım bekleyen bir film Albatrosun Yolculuğu. Zaten böyle kurmak istedim filmi. Bir yıl sonra rafa kaldırılacak bir filmi çekmem zaten. Yüz yıl sonra okunmayacak bir romanı yazmam. Yüz yıl sonra izlenmeyecek bir filmi çekmem. Oyunculara geçelim, bu tehlikeli sularda fazla kalmadan. Salih Bolat ile birlikte bu ikinci filmimiz. Büyülü Gerçekler’de Ata Naci’yi canlandırmıştı. Kendisine inancım tamdı. Memnunun performansından... Şermin’i canlandıran Ufuk Kaptan’ın işine büyük bir aşkla bağlılığı beni derinden etkilemiştir. En büyük artısı özgüven... Bana sarsılmaz bir inanç duyması da benim şansım. Ufuk Hanım elastik, inatçı, adeta objektif oyunculuğu için yaratılmış birisi ve çok titiz. Hakiki bir insan bir kere... Şermin, canlandırılması kolay görünen, ama hiç de kolay olmayan bir kahraman. Şenol İpek azimle çalıştı, düşündü, titizlendi, kendisiyle ve canlandırdığı Kemancı’yla hesaplaşmasını yaptı. Sonuçtan yüzde yüz memnunuz. Ercan Kesal, Nuri Bilge Ceylan’ın Üç Maymun adlı filminde gördüğüm an, bir daha asla silinemeyecek izler bırakmıştı bende. Nilüfer Aydan, daha çekim sırasında, beni ortama-sete yabancılaştırıp sinema perdesinin karşısına getirdi. Betül Arım ve Önder Paker zaten bilinen ustalar. Çok değişik ve genç yüzler de var tabi; Zeynep Solman Kul, Ebru Doğdu, Kerem Can San, Başar Alemdar, Fatih Efe Karakaplan, Sena Çolak gibi...
SİNEMA-JENERİK: Albatrosun Yolculuğu film hangi sınıfta yer alıyor? Gişe filmi, festival/sanat filmi?
CENGİS T. ASİLTÜRK: Tuzaklarla dolu bir soru! Bu tür ayrımlara, böylesi kavramlara nasıl yaklaşacağımı bilmiyorum ben. Hayatım boyunca iyi filmler ve iyi kurulamamış filmler gördüm; ayrımı böyle koymak istiyorum... Bir film çok sayıda kişi tarafından izlendiği için kötü film olamayacağı gibi, az sayıda kişi tarafından beğenildiği ya da çoğu kişi tarafından anlaşılmadığı için de sanat filmi, nitelikli film olamaz! Yukarıda adlarını saydığım filmler çok sayıda insan tarafından izlendi, beğenildi. Bunlar hem gişe filmidir, hem sanat filmidir, hem de festival filmidir. Önemli olan anlayarak bakmak... Şu an, gişe filmi ve festival filmi denilerek ortaya nasıl bir fark konulmak istendiğini de anlamamış olabilirim(!). Başarılı bir film, benim için sanat yapıtıdır. İzleyiciyle nerede hangi koşullarda, kaç kişiyle buluştuğunun önemi yok. Albatrosun Yolculuğu hangi kategoriye girer? Hayatla, kendinizle, dünyayla, gaiple derdiniz yoksa film çekmeyin! Başka işler de var hayatta. Bir şey “söyleme” arzusu duymalısınız; müzik yapma, şiir yazma, roman yaratma, resim yapma arzusu gibi, önüne geçilemez bir arzu. Ben, bir şey söylemek istediğim için film çekiyorum. Albatrosun Yolculuğu da bu nedenle çekildi. Her yaştan, her eğitim düzeyinden insan izledi filmimi, anlamayan bir kişiye bile rastlamadım, ama bu filmin sanatsal yönden çok katmanlı ve güçlü bir film olduğunu da biliyorum.
SİNEMA-JENERİK: Bize zaman ayırdığınız için teşekkür ederiz.
CENGİS T. ASİLTÜRK: Benim için keyifli bir röportajdı. SİNEMA-JENERİK ve GÖRSAK ailesine teşekkür ederim.


Not: Sinema-Jenerik bir GÖRSAK Görsel Sanatlar Akademisi yayınıdır.


4 Mayıs 2015 Pazartesi

Sinema ve Dizi Oyunculuğu Teknikleri GÖRSAK'ta Öğretiliyor.

Sinema ve Dizi Oyunculuğu tekniklerinin öğretildiği Kamera Önü Oyunculuğu çalışmaları ile tanınan, GÖRSAK Görsel Sanatlar Akademisi'nde Yeni Dönem Kayıtları başladı.

Sinema-Jenerik Yayında

Yepyeni bir sinema blogu yakında yayına başlıyor. Türk ve Dünya Sinemasından haber ve yorumlar, seyirci görüşleri ve yeni projeler hakkında bilgiler bulabileceğiniz Sinema-Jenerik 'i beğenmeniz ümidiyle..